Okullarda İnanç Temelli Çoğulculuk ve İnanç Özgürlüğü
Saha çalışmasının ortaya koyduğu gibi hem toplumsal beklentiler hem de uluslararası insan hakları hukuk standartlarıyla eğitimde inanç temelli çoğulculuk ve inanç özgürlüğü politikaları arasında ciddi uyumsuzluk bulunuyor. Okullarda çoğulculuğun ve din veya inanç özgürlüğü hakkının herkes için güvence altına alınması için köklü değişime gereksinim olduğu apaçık görülmektedir. Bu değişimin sadece Aleviliği veya zorunlu DKAB derslerini merkeze alınarak gerçekleşmesi mümkün görünmüyor.
Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışmaları Derneği (PODEM) ve Norveç Helsinki Komitesi İnanç Özgürlüğü Girişimi işbirliğiyle, Yaşama Dair Vakıf (YADA) ve Gündem Çocuk Derneği’nin katkılarıyla okullarda çoğulculuk, zorunlu ve seçmeli din dersleri, dinin görünümleri ve inanç özgürlüğü hakkında 2016 yılında Mart ve Ağustos ayları arasında farklı illerden ebeveyn ve öğrencilerin katılımıyla saha çalışması ve hukuki bir analiz içeren bir çalışma yürütüldü.
Saha çalışmasında İstanbul, Ankara, Kayseri ve Diyarbakır’da yaşayan farklı inanç gruplarından ve farklı dini pratik seviyelerine sahip toplamda 124 ebeveynle yarı yapılandırılmış derinlemesine mülakatlar gerçekleştirildi.
Çocuklarla yürütülen çalışmada ise İstanbul, Ankara ve Kayseri’de yine farklı inanç gruplarından ailelerden gelen çocukların katılımıyla toplamda 38 lise öğrencisi çocukla atölye çalışmaları ve birebir görüşmeler yapıldı. Hukuki analizle konuyla ilgili uluslararası insan hakları hukuku ve ulusal hukuk hükümleri ile saha çalışması bulguları harmanlanarak insan hakları standarlarıyla uyumlu politikalar için öneriler sunuluyor.
Hukuki ve sosyolojik disiplinlerle konuyu ele alması, zorunlu din derslerinin ötesinde okulda dini sembollere getirilen serbestlik (başörtüsü gibi), mescit açılması, Cuma namazına katılım için kolaylaştırma, Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri gibi unsurları da araştırma konusu yapıyor olması ve yetişkinlerin yanı sıra çocukların görüşlerini başvurması bu çalışmanın yenilikçi taraflarını oluşturuyor.
2011 yılından beri okullarda inanç temelli çoğulculuğun korunmasını ve inanç özgürlüğünü etkileyen önemli ve köklü etkileri olabilecek adımlar atıldı; zorunlu Din Kültürü Ahlak Bilgisi (DKAB) dersi müfredatı ve kitaplarının değiştirilmesi, İslam’la ilgili seçmeli din derslerinin seçmeli dersler havuzuna eklenmesi, öğrenci ve öğretmenlerin okulda başörtüsü kullanımının serbest hale gelmesi, okullarda mescit açılmasına ilişkin genelgenin yayınlanması ve Cuma namazına katılım için kolaylaştırılması yapılmasına ilişkin Başbakanlık genelgesi bunların bazıları.
Bu gibi adımlar muhafazakar kesim için memnuniyet verici olsa da, herkes için inanç özgürlüğünü hakkını korumaktan uzak ve ayrımcı unsurlar içeriyor. Aşağıda yer alan saha bulguları bu arka planı göz önünde bulundurarak okumak yararlı olacak.
Saha araştırması bulgularına göre genel olarak kimse din derslerinin kalitesinden memnun değil fakat okulda din dersi verilmesine kategorik olarak karşı da değiller. Öte yandan, Aleviler, laikler ve gayrimüslimler din derslerini kabullenmiş olsalar da, din dersinin dinler hakkında objektif bir ders olması gerektiğini söylüyorlar.
Ateist ebeveynler de din derslerine tamamen karşıt değil. Dersi almak isteyenlere verilmesi gerektiği ve böyle bir dersin okullarda verilmesinin daha uygun olduğu ifadeleri ile rızalarını ortaya koyuyorlar.
Dindar ebeveynler çocuklarının din eğitiminde aile, okul, cami ve özel kurs alternatiflerinden hiçbirine tek başına güvenmiyor. Yüksek düzey dindarlarda çocukları okul ve aile dışı eğitime gönderme daha yaygın. Orta düzey dindarlarda ise ailenin eksiğini tamamlaması açısından okuldaki dersler daha ön plana çıkıyor.
Dindar ebeveynler çocuklarının Peygamber’i örnek almasını istediği için Kutlu Doğum Haftası kutlamalarını istiyor. Seküler ebeveynler ise bunun geleneksel ve kültürel bir değer olduğu düşüncesiyle sert bir karşı çıkış sergilemiyor.
Seküler ve dindar ebeveynler arasında karşılaştığımız en yüksek sesli karşı çıkış ve eleştiriler, ders saatlerinin Cuma namazına göre düzenlenmesi / okullarda mescit açılması önermelerine yönelik. Dindar ebeveynler bunu bir zorunluluk olarak görürken, seküler ebeveynler eğitim ile ibadetin ayrılması gerektiğini düşünüyor. Aleviler için ise bu tür uygulamalar zaten rahatsız oldukları ayrımcı pratikleri kuvvetlendirme potansiyeline sahip.
Çocukların hem ders müfredatlarına ailelerine kıyasla daha fazla hâkim olmaları, taleplerini dile getirme biçimleri hem de din dersleri ve okullarda dinin görünümleri hakkındaki tartışmaları kendi yaşantılarından örneklerle değerlendirmeleri, daha fazla bilgiye ulaşmamızı sağladı.
Çocukların zorunlu ve seçmeli din dersleriyle ilgili dile getirdikleri sorunların başında ders içerikleri ve okullarındaki altyapı eksiklikleri yer alıyor. Çocukların beklentileri donanımlı ve tartışmaya açık öğretmenler, çocukların okul içerisinde karar alma mekanizmalarına katılabileceği bir sistem, çocukların ilgi alanlarına uygun faaliyet alanlarının olduğu bir ideal okul beklentisi olarak dile getiriliyor.
Mevcut haliyle zorunlu ya da seçmeli din dersleri, farklı saiklerle olsa da hiçbir kesimden çocuğu memnun etmiyor. Dersler hakkında dile getirilen ortak eleştiriler arasında; ezbercilik, eleştirel düşünceye yer vermemesi, dayatmacılık, müfredatın kısıtlılığı – esnek olmaması, öğretmenlerin ve kitapların yetersizliği ve seçmeli derslerin kabule zorlanması yer alıyor.
Farklı kesimlerden çocukların din derslerinden beklentilerinde ve dersler özelinde yaşadıkları sorunlarda önemli ayrışma noktaları dikkat çekiyor. Mevcut zorunlu ve seçmeli din dersleri, Sünni dindar kesimden çocuklar tarafından yetersiz ve kendini tekrar eder nitelikte olması nedeniyle eleştirilirken, dindar olmayan ya da en az dini pratiklere sahip kesimden gelen çocuklarda TEOG’daki başarıyı etkilemesi ve ezbere dayalı olması nedeniyle eleştiriliyor.
Okullarda din eğitimi ve dini görünümler konusunda Alevi kesimden gelen çocukların okulda ve derslerde yaşadıkları olumsuz deneyimlerin oranı diğer kesimlere kıyasla bir hayli fazla. Okullardaki mevcut din eğitimi müfredatı ve dini görünüm uygulamaları Alevi öğrencilerde güçlü bir ayrımcılık hissiyatı yaratıyor. Bu kesimden öğrenciler, her inanç grubuna eşit yaklaşan din dersleri içeriği taleplerinin yanında, okullarındaki öğretmen ve idarecilerin tutumları hakkında da beklentilerini kuvvetle dile getiriyorlar.
Kimlikleri nedeniyle okullarda maruz kaldıkları olumsuz deneyimlerin öğretmen ve idarecilerle çatışma boyutuna geldiğini ve Alevi kesimden öğrenciler okul hayatlarını bu çatışma çerçevesinden değerlendirme eğilimindeler. (Çalışma kapsamında görüşülen gayrimüslim öğrencilerin büyük ölçüde özel okullara devam eden çocuklardan oluşması gayrimüslim çocukların devlet okullarında yaşadıkları sorunlarının raporda yansıtılamamasına neden oldu.)
Uluslararası insan hakları hukuku standartları açısından belirli güvenceler sağlandığı takdirde okullarda din eğitimi, dini semboller ve dini uygulamaların yeri konusunda farklı modeller uygulamak mümkün görünüyor. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) çerçevesi bu konuda devletlere bir takdir alanı bırakıyor.
Okullarda dinler hakkında öğretim zorunlu bir ders olarak sunulabilir, öte yandan, belirli bir dinin içinden tek yönlü koşullandırma içerecek şekilde din eğitim veya öğretimi zorunlu olduğu takdirde ayrımcı olmayan bir muafiyet sisteminin uygulanması şarttır.
Nitekim, AİHM Zengin Grubu (Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye ve Mansur Yalçın ve Diğerleri/Türkiye) davalarıyla ilgil olarak zorunlu DKAB derslerinin nesnel ve objektif olmaması nedeniyle ebeveynlerin çocuklarını kendi inanç veya felsefi görüşleri doğrultusunda yetiştirme haklarını (AİHS 1. Protokol Madde 2) ihlal ettiğine hükmetmiştir.
Şayet AİHM’in öngördüğü genel önlemler alınırsa saha bulgularının işaret ettiği sorunlar da giderilmiş olacak. Maalesef, DKAB derslerinin AİHM’in öngördüğü genel önlemlerle uyumlu hale getirilmesi için hazırlanmış olan eylem planının uygulaması şeffaf ve kapsayıcı bir şekilde yürütülmüyor.
Seçmeli din derslerinin de okulda sunulması mümkün ancak katılım ve uygulamaya zorlamama ve inancını açıklamak zorunda bırakılmama güvencelerinin mutlaka bulunması gerekiyor. Ayrıca ayrımcılık yasağının ihlal edilmemesi için neden sadece İslam hakkında seçmeli din derslerinin sunulduğu, neden başka din veya inanç ve dünya görüşleri hakkında seçmeli derslerin sunulmadığı objektif kriterlerle açıklanmalıdır.
Benzer şekilde sadece belirli dini sembollere ve uygulamalara serbestlik alanı sağlanırken inanç temelli başka sembol ve uygulamalara serbestlik alanı tanınmaması ciddi bir problem. Başörtüsü kullanan, okuldaki mescitte namaz kılan ve Cuma namasına gitmek isteyen öğrenciler kendi inançlarını açıklayabilecekleri için memnun olabilirler.
Ne var ki, mevcut durumda, farklı sembol ve uygulamaları tercih eden veya hiçbir sembolü kullanmak istemeyen ve uygulamaya katılmak istemeyen çocuklar kendi inanç özgürlüğü hakları korunmadığı için mağdur olabiliyor. Örneğin, Sünni dindar gruptan bir çocuk kendi deneyimini şöyle ifade ediyor:
“Okulda inanç özgürlüğü var mı? Anayasada vardır ama okulda böyle bir özgürlük yok. Ben buna inanıyorum dedin mi, sana hemen bir sıfat takarlar. O adama önce saygı duymayı öğretmen lazım yoksa inanç özgürlüğü sadece anayasada var. Bizim okulda öğle arası Cuma günleri, Cuma namazına denk geliyor. Ben gitmiyorum mesela, koridora çıkamıyorum okulda.”
Alevi gruptan bir çocuk:
“12. Sınıfta arkadaşlar var. [Öğretmen] Zülfikar kolyeyi çıkarmadan dersime giremezsin demiş.”
Bu konuyu bağlı olarak yine çocuk atölyelerinde okulda sembol kullanımı özgürlüğü veya çeşitli dinlerin ibadetleri için ayrılmış mekanlar bulunup bulunmadığı sorusu üzerine Alevi bir çocuk şöyle cevap veriyor:
“Hayır yok sadece mescit var. Öğrenciler öğle arasında namazlarını kılıp derse giriyorlar.”
Saha çalışmasının ortaya koyduğu gibi hem toplumsal beklentiler hem de uluslararası insan hakları hukuk standartlarıyla eğitimde inanç temelli çoğulculuk ve inanç özgürlüğü politikaları arasında ciddi uyumsuzluk bulunuyor.
Okullarda çoğulculuğun ve din veya inanç özgürlüğü hakkının herkes için güvence altına alınması için köklü değişime gereksinim olduğu apaçık görülmektedir. Bu değişimin sadece Aleviliği veya zorunlu DKAB derslerini merkeze alınarak gerçekleşmesi mümkün görünmüyor.
Aksine, Türkiye’nin din ve inanç yapısının ve taleplerinin çeşitliliğini ve çocuğun üstün yararını ve gelişen kapasitesi ölçüsünde kendisini etkileyen kararlara katılım hakkını merkeze alarak insan hakları hukuku standartlarıyla uyumlu çözümler geliştirilmeli. Bu çerçevede Milli Eğitim Bakanlığı’nın okulları yakından izlenmesi, izleme için sivil topluma alan tanıması ve etkili şikayet mekanizmalarının oluşturulması da değişim için yardımcı olacaktır. (Bu yazı 3 Haziran 2017 tarihinde Biamad’da yayınlanmıştır.)