Röportaj: Avukat Sebu Aslangil “Cemaat vakıflarının seçim yapamaması vakıfların hayatiyetine ilişkin bir mesele.”
Türkiye’de cemaat vakıfları, diğer vakıflardan farklı olarak özel bir yönetmelikle seçim yapabiliyor. Son seçim yönetmeliği ise 2013 yılında yürürlükten kaldırıldı ve yeni yönetmelik yayınlanmadı. Proje yöneticimiz Dr. Mine Yıldırım, Avukat Sebu Aslangil ile cemaat vakıflarının seçim yapamaması meselesini, vakıflar üzerine etkisini ve çözümünü konuştu.
Mine Yıldırım (MY) – Cemaat vakıflarının seçim yapamaması meselesini bize anlatabilir misiniz?
Sebu Aslangil (SA) – Cemaat vakıfları aslında Türkiye Cumhuriyeti Medeni Kanunu’na göre kurulmuş vakıflar değil, fermanla kurulmuş vakıflardır. Bu ne demek? Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Medeni Kanun’un kabulüyle Osmanlı’dan kalma, o zamanlar ortaklaşa mal edinebilen, azınlık gruplarına ait kuruluşların, ortaklaşa mallarının hangi statüye sokulacağına ilişkin bir problem doğdu. Böylece eski 3762 sayılı Vakıflar Yasası’nda, yönetmeliklerle sonradan düzenlenecek biçimde bir cümleyle, kanunla cemaat vakfı statüsü kazandırıldı. Hatta başlangıçta isimleri cemaat vakfı değil mülhak vakıftı. 1944 yılında cemaat vakfı ibaresi eklendi yasaya.
Cemaat vakfı denilen kurumlar aslında, Osmanlı’da var olan azınlığın, özellikle gayrimüslim azınlık grupların, ortaklaşa tasarruf ettikleri malların, yani bir nevi kamu malı sayılan malların, idaresi anlamında görev yapan kurumlardı. Dolayısıyla başta, hem semt bazında, özellikle cemaatlerin yoğunlaştığı her kilise semti ve kilise çevresi bazında kurulmuş sayıldı.1936 yılında kendilerinden istenen beyannameyle de bir nevi malları kendilerine özgüleşti. Tabi önceleri Osmanlı’dan kalma mütevelliler vardı. Ama sonra mütevelliler heyeti çok işlevli olmadı, çünkü bazı vakıflara yeterli olmadığı için 1949 yılında bunlar için yönetim kurulu seçilmek suretiyle idare yöntemi geliştirildi. Bunların önemli özelliği, azınlık gruplarının ortaklaşa ekonomik değerlerinin, kendi topluluklarına mensup insanlar tarafından yönetilmesini sağlamaktır. Tamamen gönüllü bir yönetim kurulu üyeliğidir. Böyle bir içeriği olduğu için doğrudan da cemaatin hayatiyetini etkileyen çok önemli bir işlevi vardır bu vakıfların. Bir nevi ortak ekonomilerinin yönetilmesi anlamına gelir. Tabii uzunca yıllar pek bir problem yaşamadan, her dört yılda bir seçim yapmak suretiyle 2012-2013 yılına kadar gelindi. 5737 sayılı son Vakıflar Yasası’nda, daha önce kısıtlanmış çeşitli haklar da verildi. Bu Yasada yönetim kurullarının nasıl seçileceğine ilişkin, bir yönetmelik yayınlanacağı maddesi vardı. Nitekim Yasa, yönetmeliğin altı ay içinde çıkmasını öngörüyordu. Altı ay içerisinde vakıflar yönetmeliği yayınlandı. Bu yönetmeliğin vakıf seçimlerini, yani cemaat vakfı seçimlerini içeren hükümleri de vardı. Bu hükümlere göre vakıflar seçimlerini yapmaya başladılar.Yalnız, çıkan bu yönetmelikteki seçim yöntemi, vakıfların idaresi anlamında bazı sıkıntılara yol açtı. Bunun üzerine, gayet ilginç bir biçimde, hukuk tarihinde görülmeyen bir biçimde, yönetmeliğin vakıf seçimlerine ilişkin maddeleri olan 29 ile 33 arası maddeler, ortadan kaldırıldı. Yani, hukuk deyimiyle, ilga edildi. Yani bu yönetimlerin seçimlerinin nasıl yapılacağına ilişkin bir yönetmelik hükmü kalmadı.
MY – Kimin kararıydı bu?
SA – Bu tamamen Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kararı, daha doğrusu, Vakıflar Genel Meclisi’nin kararıdır. Dediğim gibi, bu hukuk açısından çok rastlanan bir yöntem değildi. Bunun üzerine görevde bulunan vakıf yöneticileri, süreleri dolduğu zaman başvurduğunda, ki bu genelde sözel bir başvuru şeklinde oluyor, hep şöyle bir cevap alıyorlar, ‘’Bu maddelere ilişkin vakıflar yönetmeliği hazırlanıyor, onu bekleyeceksiniz. Çünkü şu anda nasıl yapılacağına ilişkin bir düzenleme yok”. Cemaat vakıfları, tabii bütün azınlık cemaatlerine ilişkin söylüyorum, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu önerisine büyük ölçüde uyumlu davranmaya çalıştılar. Bugüne kadar başka herhangi bir girişimde bulunmadan geldiler. Fakat bu yönetmeliğin ortadan kaldırılmasının üzerinden beş yılı aşkın bir süre geçti. Aslında bu sorun, tabii ki, tamamen devletin çözmesi gereken bir sorun. Çünkü yasa hükmü var, 5737 sayılı Yasaya göre altı ay içerisinde, Vakıflar Genel Müdürlüğü bu düzenlemeyi tamamlamak zorunda. Fakat nedense bu yapılmıyor. Tabii bunun yapılmamasının çok çeşitli nedenleri olabilir. Bu nedeni görme olanağımız yok.
MY – Yönetmeliğin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanması her bir vakfın kendi seçim kurallarını dilediği biçimde yürürlüğe koyamaması anlamına geliyor değil mi?
SA – Hayır, şimdi orada çok ilginç bir durum var, 5737 sayılı Yasada cemaat vakıfları yönetmelikleri yayınlanmadan önce, yani 2762 sayılı Yasada da bir yönetmelikten bahsediliyordu ve o hiç çıkmamıştı. Bunun üzerine cemaat vakıfları genel olarak, kurumların idaresi anlamında Osmalı’daki uygulamalarını, Cumhuriyet dönemine taşımışlardı. Yine seçim yapıyorlardı ve yönetim kurulları ya da yönetmesi için bir kişiyi atıyorlardı. Bu şekilde idare ediyorlardı.Yani bu yabancı bir durum değildi. Şimdi ortada şöyle bir durum var, zaten 5737 sayılı Yasanın geçici 2.maddesinde aynen şöyle diyor, ‘’Bu kanunla ilgili maddelerin düzenlenmesinde öngörülen yönetmelikler en geç altı ay içerisinde resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe koyulur ve bu yönetmelikler çıkarıncaya kadar mevcut düzenlemelerin, bu kanuna aykırı olmayan düzenlemelerin, uygulanmasına devam olunur”. Bunun açıklaması şudur, aslında bu kurumlar, o yönetmelik çıkmadan da seçim yapabilir. Yani eski yönetmeliği uygulayabilirler isterlerse. Fakat tabii cemaat vakıfları bu yolu seçmeyi istemediler bugüne kadar.
MY – Yeni vakıflarla kıyaslandığı zaman cemaat vakıflarının kendi öz yönetimleri konusunda yeni vakıflar kadar serbest olmadığını görüyorum ben. Çünkü yeni vakıflar, kuruluş senetlerinde kendi yönetim biçimlerini kendileri belirliyorlar. Fakat cemaat vakıflarının öz yönetimlerini kendi belirleme şansları yok gibi geliyor bana.
SA – Şöyle bir sıkıntıya yol açmamak için bunu iyi ki sordunuz, ben şöyle bir şey söyleyeyim; bu cemaat vakıflarının yeni vakıflar gibi bir vakfiyeleri yok. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafında böyle bir teklif de oldu, her bir vakfa bir vakfiye hazırlayalım, şeklinde. Bu tabii hem hukuki değil, hem de gerçekten bu vakıfların işlevlerini sona erdirecek bir düzenleme olurdu. Çünkü bu vakıflar her ne kadar semt ya da kilise çevresinde örgütlenmiş olsalar da, aslında bunlar, yani her bir semt vakfı kendine özgü bir vakıf değil, tüm cemaate hizmet eden ve aynı amaçları taşıyan vakıflar. Dolayısıyla her bir vakfa bir vakfiye, zoraki bir vakfiye, düzenlemesi yoluna gitmek hem hukuki değil hem de anti-demokratik bir tutum olurdu. Bu nedenle bu yola gidilemedi. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün böyle bir teklifi olduğunu biliyorum ben. Kısaca, vakıf yönetim kurulu seçimleri yapıldığı sürece bir sorun yoktur.
MY – Seçim yapılamaması azınlık topluluklarını nasıl etkiliyor?
SA- Başta da söylediğim gibi bunlar gönüllü kuruluşlar, insanlar burada kendilerinden vakit ayırarak hizmet veriyorlar. Dolayısıyla bu hizmet süresinin makul bir süre olması beklenir, kişiden bu şekilde fedakarlık beklenir. Birçok vakıfta, insanlar yoruldukları için ya da zaman ayıramadıkları için, mevcut yönetim kurulları normal sayıdan daha az insanla yönetime başladı. Bu durum, tabii, içten içe bir zaaf doğuruyor. Kaldı ki, hem cemaatin canlanması hem de yeni fikirleri olan kişilerin yönetime gelmeleri için de seçim bir gerekliliktir. Bu da engellenmiş oluyor. Dolayısıyla cemaatin hayatiyetini büyük ölçüde etkiliyor.
MY – Peki ben şöyle bir şey de duydum, Vakıf yetkililerinin yetki belgeleri artık eski tarihli olduğu için bazı işlemleri yapmakta zorlanabiliyorlar, örneğin, banka yeni tarihli bir yetki belgesi isteyebiliyor.
SA- Şimdilik, Vakıflar Genel Müdürlüğünden ona pek bir problem çıkarmıyorlar. Sorun vakıfların kendilerinde değil, Vakıflar Genel Müdürlüğünden kaynaklanıyor. Bu engel Vakıflar Genel Müdürlüğüne iletildiğinde, bunun kullanılmasında bir sakınca yoktur, diye yazı veriyor. Yani sorunu çözmek yerine palyatif yollarla idare etmeye çalışıyor. Bu yönetmeliğin çıkmaması cemaat vakıfları için büyük bir handikap.
Ben burada hemen şu soruya geçmek istiyorum, bu sorunun çözülmesi için ne olması gerekiyor, bunu kimin yapması gerekiyor? Ben, hukukçu olarak bu işin çözümü için ta en başında, altı ay içerisinde yönetmelik yayımlanmadığı zaman, yönetim kurullarının Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvurup seçim yapma isteğini belirtmesi gerekirdi, diye düşünüyorum. Büyük ihtimalle sözel olarak şöyle bir cevabı verecekti, (bazıları yazılı olarak almışlardı bu cevabı). O da şuydu, ‘’Yönetmelik olmadığı için seçim yapılamaz”. Oysa böyle bir gerekçe olamaz. Devlet kurumlarının devamlılığı açısından. Bu idari yargıya taşınabilseydi, en başta, büyük ölçüde yargı müdahalesi yoluyla bu olay çözümlenirdi, diye düşünüyorum. Çünkü öyle bir davanın yargı önünde kaybedilme ihtimali bence düşüktü. Çünkü Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yönetmeliğin neden çıkmadığına ilişkin makul bir savunması yok.
MY – Peki neden yargıya götürülmedi?
SA – Bu konuda cemaat vakıflarının, daha doğrusu gayrimüslim cemaatlerin genel bir engeli var. Devletin tasarruflarını yargı yoluyla çözmek, biraz centilmence bir hareket değilmiş, mantığı vardır. Yani devleti mahkemeye vermek gibi bir duygu.Tabii yanlış bir duygu ama bu zaman içinde yerleşmiş bir duygu. Halbuki yargı bir hak arama yoludur. Devletin temelini oluşturan kurumlar biliyorsun yasama, yargı ve yürütmedir. Pekala yargı yolu da anayasal bir haktır. Ama nedense böyle bir yorumla gitmediler. Tabii burada Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün telkinleri de büyük ölçüde etkili oldu.
MY – Ne gibi?
SA – İşte, bugün çıkacak, yarın çıkacak, şu şekilde çıkacak… Ama maalesef bütün bu sözlerin hepsi havada kaldı. Yani görünüş itibariyle VGM’nin bir ifadesi var ki gerçekten hukuk devletiyle bağdaşır bir ifade değildir. Bizim yönetmeliğimiz hazır, fakat bizim üstümüzdeki yetkililer bunu bir türlü onaylamıyor, şeklinde bir savunması var. Vakıflar daha önce Başbakanlığa bağlıydı, Şimdi Cumhurbaşkanlığına bağlı, daha doğrusu Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı. Bu bakanların sorumlusu da Cumhurbaşkanı.
MY – Peki Cumhurbaşkanıyla son zamanlarda bu konunun çözümüne yönelik bir görüşme oldu mu?
SA- Şimdi, şu andaki vakıflar genel meclisinde, biliyorsunuz, azınlık vakıflarının, daha doğrusu gayrimüslim azınlık vakıflarının temsilcisi de mevcut. Bu temsilci artık makul sürelerin bittiği ve yargı yoluna gitme konusunda bir fikre sahip. Ama tabii bunun etkili olabilmesi için psikolojik olarak da bu vakıfların hangi azınlık grubuna ait olduğuna bakılması, büyük ölçüde toplu olarak hareket etmesi ve yargı yolunu seçmeleri gerek.
Peki neden çözmüyoruz(?) diye bir sorunuz var. Şimdi tabii bunun ucu açık, birçok nedene dayalı. İlk akla gelen azınlık vakıflarının bazı yöneticilerinin görevi sevmeleri diyelim, artık öyle ifade edelim, koltuklarını bırakmak istememelerinden tutun da devletin en baştan beri belki seçim yöntemini çok benimsememesi, zorunlu olarak bu seçim yolunu seçmiş olmasına kadar; bunun egale edecek bir yol aramasına kadar çok çeşitli sebepleri olabilir. Tabii çok somut olan, bunun sonuç itibariyle hak kaybına yol açtığı. Devletin kendi vatandaşlarının bir kısmını bu şekilde haksızlığa itecek bir işlemi kasten yaptığını düşünmeyi çok istemiyor insan. Ama işin bu kadar sürüncemede kalması akla bunu da getiriyor. Yani biraz ihmal ediliyor, insanda bilerek ihmal edildiği kanaati doğuyor, ister istemez. ‘Neden çözülemiyor’un en azından hukuken bir cevabı yok.
MY – Evet hukuken çözümünün önünde hiçbir engel yok aslında.
SA- Hiçbir engel yok hatta ben iddia ederek demin söyledim, Vakıflar Yasası’nda bunun engel teşkil etmeyeceğine dair madde de var. Ama maalesef pratikte hiçbir şey yapılmadan, sanki dondurulmuş mesele.
MY – Bir yerde, cemaat vakıflarının örgütlenme özgürlüğü askıya alınmış durumda diye düşünüyorum ben.
SA – Tabii çok boyutlu bir olay. Hem ekonomik özgürlüklerini, hem din ve vicdan özgürlüklerini, hem de örgütlenme özgürlüklerini ilgilendiriyor. Eğer biz sonuç itibariyle kuşbakışı bakarsak Anayasa’nın birçok maddesiyle ilgili hak kaybı var olayın bu şekilde kalmasında. Bir de şu savunma var, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ‘Biz hazırladık, devletin diğer kurumları ‘evet’ demiyor,’ ifadesi güdümlü bir olayı gösteriyor. Bu anayasal bir cevap değil hiçbir şekilde. Kaldı ki bir gerekçe de daha baştan beri söyleniyordu, şimdi o gerekçeyi kullanmıyorlar, ama azınlık grupları çeşitli teklifler verdiler, ‘’Biz şaşırdık, neyi seçeceğimizi bilemedik’’ şeklinde bir açıklamaları vardı. Bu da yanlış bir gerekçe. Çünkü devlet sonunda egemendir. Çıkartır bir yönetmelik hükmü, uygulanır. Mağdur olan vakıflar varsa bir kısmı ya da tamamı yine yargıya gider, o yönetmeliği düzeltmeye çabalar. Bunların hepsi hukuk çerçevesinde mümkün olaylar. Ama maalesef konu hukuk zemininden kaydırılmış durumda. Bunun da bence gerçek sorumlusu devletin kendisi. Devletin ilgili kurumları.