Türkiye’de İnanç Özgürlüğü Hakkını İzleme Raporu Yayınlandı – Temmuz 2013 – Haziran 2014
Raporda din veya inanç özgürlüğüne ilişkin genel değerlendirmenin yanı sıra inanç gruplarının tüzel kişiliğine odaklanan ve bu konuda uluslararası standartlar ve Türkiye’deki sorunlara ilişkin tespit önerilere yer veren bir bölüm yer alıyor.
İnanç Özgürlüğü Girişimi Proje Yöneticisi ve raporu kaleme alan Mine Yıldırım’a göre düşünce, din veya inanç özgürlüğüne ilişkin bir türlü çözüme kavuşturulmayan genel sorunlar devam ediyor. Bunlara ek olarak, son yıllarda eğitim alanında zaten süregelen Din Kültürü Ahlak Bilgisi derisine ilişkin sorunlara bir de seçmeli din dersleri ve Temel Eğitimden Orta Öğretime Geçiş (TEOG) sisteminin inanç özgürlüğüne ilişkin olarak yol açtığı problemler eklendi ve ivedilikle çözüm bekliyor.
Raporda özet olarak şu sorunlara dikkat çekiliyor:
Türkiye’de düşünce, vicdan, din veya inanç özgürlüğü hakkı yasalarla genel olarak tanınsa da, mevzuat ve uygulamadaki eksiklikler ciddi kısıtlamalarla sonuçlanmaktadır.
Din veya inanç temelli nefret söylemi ve farklı inanç gruplarını hedef alan ve özellikle ibadet yerlerine yöneltilen saldırılar devam etmektedir.
Türkiye’nin inanç özgürlüğü hakkıyla ilgili olarak 9. Madde’yi ihlal ettiğine ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen kararlarla ilgili olarak, benzer ihlallerin gerçekleşmemesi için yapılması gereken mevzuat değişiklikleri yapılmamıştır. (Bkz. ekteki tablo)
Kişinin inancını değiştirmesi yasak olmasa da, inançlarını değiştiren kişilerin durumları çevre baskısı nedeniyle kırılgan olmaya devam etmektedir.
Kimliklerde yer alan ve mensup olunan inancın belirtilmesini öngören din hanesi, bireylerin hayatlarının pekçok alanında inançlarını açıklamak zorunda kalmalarına neden olmaktadır. AİHM, Sinan Işık-Türkiye kararında, kimliklerde yer alan “din hanesinin kaldırılmasının, mevcut ihlale son verilmesi için uygun bir tedbir” olacağına hükmetmiştir.1 Buna karşın, kimliklerde din hanesine yer verme uygulaması halen yürürlüktedir.
Türkiye’nin vicdani ret hakkını tanımamış olmasından ötürü insan hakları yükümlü- lüklerini yerine getirmediğine dair AİHM’in altı ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin bir kararı bulunmaktadır. Bu kararlar Türkiye’nin bazı adımlar atmasını gerektirmektedir. Vicdani reddin yasal bir hak olarak tanınması, vicdani retçiler için alternatif hizmet seçeneğinin sunulması, vicdani ret statüsünü belirlemek amacıyla tarafsız bir mekanizma oluşturulması, uzayıp giden kovuşturma ve cezalandırma döngüsüne son verilmesi alınması gereken bazı önlemlerdir.
Genel yasal güvencelere karşın, ibadet yeri kurma hakkı konusunda uygulamadaki önemli sınırlamalar devam etmektedir. Özellikle, cemevleri ve yeni açılan kiliseler ve Yehova Şahitleri’nin ibadet mekânları ibadet yeri statüsü alamamaktadır. Şehir planlarında belediyeler sadece cami ve mescitler için yer ayırmaya devam etmektedir.
Devlet, hem din eğitimi ve öğretimi yapan kurumların açılması, hem de okullardaki din eğitimi ve öğretimine ilişkin zorunlu ve seçmeli dersleri belirleme konusunda tekel konumunda olmaya devam etmektedir.
Özel eğitim sistemi içerisinde din görevlisi yetiştirmek amacıyla okul açmak engellenmektedir.
Kamu görevlilerinin kılık kıyafetini düzenleyen yönetmelikte Ekim 2013’te yapılan deği- şiklikle, kamu görevlilerinin başörtüsü takması önündeki engellerin kaldırılması olumlu bir gelişmedir.2 Ancak, Emniyet birimleri mensupları, hâkimler ve savcılar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapan personel bu düzenlemenin dışında bırakılmıştır.
2596 Sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun kapsamında, hangi din veya mezhebe ait olursa olsun dinî bir statü ya da makamı temsil eden kıyafetlerin giyilmesi konusundaki kısıtlamalar sürmektedir.3
Camilerin din görevlileri Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından atanmaktadır. Bazı gayrimüs- lim grupların -Rum Ortodoks, Ermeni Apostolik, Musevi- üst düzeydeki dinî liderlerinin atanması aşamasında ise kamu görevlilerinin müdahalesi söz konusudur.
Farklı inanç gruplarının mezarlık ve defin talepleri, yer tahsisi ve defin işlemleriyle ilgili yönetmeliklerde karşılık bulmamaktadır. Kendilerine tahsis edilmiş bir alan olmadığı için Ateistler Müslüman mezarlığına defnedilmek zorunda kalmaktadır.
Devletin eğitim alanındaki rolü, din veya inanç özgürlüğü hakkı ölçütlerinin gerektirdiği niteliklere sahip değildir. Bu anlamda, özellikle okullarda zorunlu olarak okutulan ve dinî eğitim unsurları içeren Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersleriyle ilgili olarak, sadece Musevi ve Hristiyanlar bu derslerden muafiyet hakkına sahiptir. Dersi almak istemeyen öğrenciler -örneğin Ateist, Alevi ve Bahailer- muafiyet hakkından yararlanamamaktadır. 2012-2013 öğretim yılında seçmeli dersler havuzuna eklenen Hz. Muhammed’in Hayatı, Temel Dinî Bilgiler (İslâm) ve Kuran-ı Kerim derslerinin bazı okullarda zorunlu seçmeli ders olarak okutulduğuna dair bildirimler gelmektedir. Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) aşamasında öğrencilerin liselere yerleştirilmeleri sırasında, bazı öğrenciler zorunlu din eğitimi yapılan imam hatip liselerine yerleştirilmek durumunda kalmıştır. Eğitim sisteminin ivedilikle ve inanç özgürlüğü hakkından doğan gereklilikler ışığında iyileştirilmesi gerekmektedir.
Vakıflar Kanunu’nun Geçiçi 11. Maddesi’yle mümkün hale gelen ve taşınmazlarının cemaat vakıflarına iadesini içeren sürecin sonuna gelinmiştir. Verilen çok sayıda ret kararı göster- mektedir ki, cemaat vakıflarının, 1936 Beyannamesi’nde bildirdikleri veya bildirmedikleri, fakat kendilerine ait olduğunu kanıtlayabildikleri taşınmazların iadesini mümkün kılacak yeni bir yasal düzenleme yapılması gerekmektedir.
Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik, 28789 Sayılı Resmi Gazete, 08.10.2013.
Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair 2596 Sayılı Kanun, Madde 1, 03.12. 1934.
• Türkiye’de hiçbir inanç grubu tüzel kişiliğe sahip değildir. İnanç grubu olarak tüzel kişi statüsüne sahip olamamak pek çok soruna neden olmaktadır:
- – Tüzel kişiliği olmayan inanç grupları ve patrikhane veya hahambaşılık gibi ruhani temsil kurumları hiçbir hukuki işlem yapamamaktadır. Banka hesabı açmaları, dava açmaları, mülk edinmeleri veya kontrat yapmaları mümkün olmamaktadır.
- – İnanç grupları kendi din görevlilerini resmî olarak istihdam edememekte ve bu kişilere sosyal güvence sağlayamamaktadır.
- – Hukuki olarak bir temsil kurumu veya üst kuruluş oluşturamadıkları için, inanç grup- larının, kendi ortak hayatlarını ve çoğu zaman varoluşlarını yakından ilgilendiren faaliyetler için yatırım yapma ve koordinasyon girişimleri imkansız hale gelmektedir.
- – Ruhani temsilciler esas olarak protokolde yer aldıkları ve/veya başbakan ve cumhurbaş- kanıyla doğrudan görüşebilir oldukları halde, hukuki statüleri olmadığı için konumları belirsizlik içindedir.
- – Doğrudan tüzel kişi statüsü kazanamayan inanç grupları, vakıf veya dernek kurmak gibi yöntemlerle bir ölçüde tüzel kişilik kazanmaya çalışmakta ve bazı faaliyetlerini bunlar aracılıyla sürdürmektedir. Fakat bunlarla ilgili önemli sınırlamalar vardır ve bu modeller kendilerine doğrudan tüzel kişilik kazandırmamaktadır.