Arşivİnanç Özgürlüğüyle İlgili Haberler

Din veya İnanç Özgürlüğünün Olmazsa Olmazı: İnanmama Hakkı / The right not to believe- an indispensable part of forb

05.12.2012, anayasaizleme.org, Mine Yıldırım

Summary in English below.

Türkiye’nin demokratikleşmeye devam etmesi ve insan haklarının korunmasının iyileştirilmesi açısından düşünce, din veya inanç özgürlüğü hakkının yeni anayasada nasıl korunacağı ve devletin dinle ilişkisinin nasıl bir çerçeveye oturtulacağı son derece önemli.

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda yaşanan canlı tartışmalardan biri de Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) “inanmama özgürlüğü”nün de din veya inanç özgürlüğü kapsamında korunması teklifi üzerine gerçekleşti.  CHP ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) “inanmayanların haklarının güvenceye alınması” hususunda ısrarcı olurken, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) temsilcisi de, önce “din ve vicdan özgürlüğü” inananları korur derken, sonra ikna oldu. Milliyetçi Hareket Partisi’nin de desteğiyle madde son şekline kavuştu. Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndaki dört partinin temsilcileri “Herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir. Bu özgürlük; inanma, inanmama, inancını değiştirmeyi de kapsar” şeklindeki maddede uzlaştı.

 

“Din ve inanç özgürlüğü inanma hakkını korur, inanmama hakkı bu hak kapsamında değildir” diye düşünenler olabilir. Ancak bu düşünce, din ve inanç özgürlüğü hakkında eksik bir değerlendirmeye işaret eder. Din ve vicdan özgürlüğü hakkının çekirdeğinde veya merkezinde insanın özgür iradesinin korunması vardır. Bunun yapı taşları ise inanma, inanmama ve inancını değiştirme ve dinini veya inancını dışa vurma haklarından oluşur. İnanmama özgürlüğü olmadığı takdirde inanma özgürlüğünden de bahsetmek mümkün olamaz. Dolayısıyla, Anayasa’da düşünce, din veya inanç özgürlüğü korunduğunda, “inanmama” hakkından açıkça bahsedilmese de aslında zaten bu hak da korunmaktadır. Ancak bunun açıkça ifade edilmesi, inanmayanlar için güçlendirici ve yasa koyucu ve uygulayıcılar için hatırlatıcı olma işlevi görür. Sonuç olarak Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğünün korunmasını iyileştirecek bir faktör olacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşmiş içtihadına göre Madde 9, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre “demokratik toplumun” temellerinden biridir. Dinsel boyutuyla, inananların kimliği ve yaşamı kavrayışları açısından en yaşamsal unsurlardan biridir, fakat, ateistler, agnostikler, kuşkucular ve ilgilenmeyenler için de değerli bir kazanımdır. Demokratik toplumun ayrılmaz bir parçası olan çoğulculuk bu özgürlüğe bağlıdır (Kokkinakis Yunanistan, Başvuru No. 14307/88), 25.05.1993).

Türkiye’de inanmama hakkı kuşkusuz Anayasa’da din ve vicdan özgürlüğü hükmüyle, üstü kapalı bir şekilde olsa da, korunmaktadır. Öte yandan, inanmama hakkıyla çelişen çeşitli düzenleme ve uygulamalar mevcut. Bu konuda en çarpıcı örnek zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleridir. İçeriğine bakıldığında ders kitabında öğrencilerin Müslüman olduğunun varsayıldığı görülebilir. Oysa bu derslere ateist veya agnostik ailelerin çocukları katılmak zorundadır. Burada inanmama hakkına saygı gösterilmemenin yanı sıra, bireyler inançlarını aykırı bir şekilde hareket etmeye de zorlanmaktadır. Diğer bir örnek, kimliklerde din hanesinin bulunmasıdır; bu bölümün boş bırakılması artık mümkün olsa da, pratikte bireyler ayrımcılık görecekleri veya dinsiz oldukları düşünüleceği için boş bırakmayı istememektedir. Birçok kişi, aslında, inanmadığı halde din hanesinde “İslam” yazısını bırakmaktadır. Ateistlerin ifade özgürlüğüne yönelik kovuşturma ve kısıtlamalar da önemli bir sorun alanı olarak karşımıza çıkıyor. Türk Ceza Kanunu Madde 216(3) “Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” oldukça yaygın bir şekilde özellikle inanmayanlara karşı kovuşturmanın yasal temeli olmayan devam etmektedir.

Peki daha çok “ateistlere anayasal güvence” olarak yorumlanan inanmama özgürlüğü nasıl bir anlam taşıyor ve pratikte nasıl korunmalı? Bu bağlamda devletin yükümlülüklerine göz atacak olursak öncelikle din, inanç veya vicdan özgürlüğünün bir “bağış” değil, “hak” olduğunu hatırlamakta fayda var. Devletler bu hakkı bağışlayamaz çünkü bu zaten bireyin doğuştan sahip olduğu ve kendisinden alınmayacak bir haktır. Öte yandan, devletler bu hakka “saygı duymak” ve bu hakkı “korumak” zorundadır. Buna göre devletler hem hakkın kullanılmasına engel olmama yükümlülüğüne hem de hakkın kullanılması için gerekli koşulları oluşturma yükümlülüğüne sahiptir.

Yazının tümüne ulaşmak için tıklayınız.

Summary

Mine Yıldırım argues that the right not to believe is an indispensable part of the right to freedom of thought, conscience and religion. While a right not believe is already implicit in the provisions protecting the right to have and change a religion or belief an explicit reference to this right in the new Constitution will reinforce the protection of the right not to believe of all. It is also important to review and eliminate Turkish legislation that is not compatible with the right not believe.

_____________________________________________________________________________________________

 

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu