AKP’nin ‘AK-Damar’ macerası
Bildiğimiz bir şey var, Lozan’a göre “TC kiliselerin, mezarlıkların ve diğer dini yapıların tam koruma altına alınmasını garanti ediyor”. 1913-1914 verilerine göre Osmanlı’da Ermeni cemaatine ait 2.538 kilise, 451 manastır ve 2000 okul var. Bu yapıların büyük kısmı yıkıldı, yağmalandı, bir kısmı ise “yasaklı askeri bölgeler” statüsünde, ne kadar harap edildikleri bile belli değil.
Üç yıl boyunca güvenlik sebebiyle izin verilmeyen Haç yortusu, Ahtamar adasındaki tarihi Surp (Aziz) Haç Ermeni Kilisesi’nde 9 Eylül’de kutlanabildi. Türkiye basını büyük önem verdiği bu “gelişmeye” oldukça yüzeysel bakılıyor.
Kültür ve Turizm Bakanı, Van Valisi, Ermeni din adamları ve İstanbul’dan gelen 1500 kişilik bir grubun katıldığı törende, Patrik Vekili Ateşyan’ın yaptığı konuşma, Erdoğan’a ve diğer ilgililere ettiği teşekkürler ya da bürokratların “Dün olduğu gibi bugün de birlikte, Türk milleti olarak Ermenilerin dini özgürlüklerine yaşam kültürlerine saygı duymaya, desteklemeye, sahip çıkmaya devam ediyoruz…” sözleri bize durumun vahametini anlatmaktan çok uzak.
Vaspurakan Kralı I. Gagik’in, 915-921 yıllarında mimar Manuel’e yaptırdığı dev bir kompleksten geriye kalabilen tek kilise olan Surp Haç, 1915 Ermeni Soykırımı sırasında ve sonrasında tahrip edildi.
Ermenilerin gömdükleri varsayılan altın ve değerli eşyayı bulmak için yapılan kazıların eşlik ettiği imha harekâtı, Cumhuriyet döneminde tüm hızıyla devam etti. Propagandalar sonucu kilise içeriden ve dışarıdan tüm dokusunu yitirdi, yıkıldı ve yalnızlığa terk edildi.
1970’li yıllardan itibaren, harabe kiliseyi ziyarete gelen tek tük Diaspora Ermeni’sinin 1980’den sonra adaya giriş-çıkışları önce denetlendi, sonra yasaklandı.
Van gölünün muhteşem güzelliği ile birleşen bu eşsiz mimari harikanın varlığı unutuldu.
Surp Haç Kilisesi”nin restorasyonuna 2005’de, Patrik Mutafyan’ın arzusu ve Erdoğan’ın talimatıyla başlanmıştı. 2006’da biten restorasyonun ardından sevimsiz bir süreç başladı.
Cumhuriyet dönemi göz önünde bulundurulursa, AKP’nin adımı önemli, hatta tarihiydi.
Ermenilere ait bir yapı ilk kez yıkılmıyor, yenileniyordu. O yıllarda, AKP devlet tarafından gasp edilen Ermeni vakıflarının iade edilmesi konusunda da iddialıydı, mülklerin bir kısmı iade edildi.
Oysa, bu adımların Batı’nın gözünü boyamaktan öteye gitmeyeceği hızlı anlaşıldı. Adalet ve barış içinde ortak bir kültürü yaşama beklentileri sonuçsuz bırakıldı, kilisenin restorasyonu ve yaşananlar tamamen siyasiydi.
29 Mart 2007 günü Ahtamar Kilisesi “Kilise Anıtsal Müzesi” olarak törenle açıldı, haç konulmadı ve ibadete izin verilmedi.
Hükümet, açılışı ısrarla Ermeni Soykırımı anma günü olan 24 Nisan’da yapmak istemiş, Mutafyan’nın “Ben gelmem, hiç bir Ermeni de gelemez ” demesi ile vaz geçilmişti.
Açılışta dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, “Hükümetin eşsiz hoşgörüsünden” bahsetmiş, Gevaş Belediye Başkanı’nın uyarısı üzerine Ermenistan’dan gelen konuklar için yapılacak Ermenice tercümeye izin vermemişti. Başkan “Bu adada Ermenice tek kelime duyulmayacak” diye emretmişti.
Koç, açılışta ısrarla yerel halkın Ahtamar dediği adaya Akdamar deyince misafirler tarafından uyarılmış “Bir bakan olarak bir yerin adını da mı değiştiremeyeceğim” demişti.
Kilisenin üzerine asılan, sayısız dev Türk bayrakları ve Atatürk posterleri, bir kilise açılışından ziyade “Şehrin düşman işgalinden kurtuluş törenlerini” hatırlatmıştı.
Hrant Dink “Ahtamar’ın restorasyonunu salt bir bina restorasyonu olarak bırakmayalım, yıpranmış ruhlarımızı da restore edelim” demişti.
Olmadı.
2009’da, restorasyondan iki yıl sonra, önkoşulsuzluk prensibi üzerine ilişki kurmayı öngören Türkiye- Ermenistan Protokolleri imzalandı. 2010’de Ermeni Patrikhanesi’nin ricası ve uzun uğraşları sonucu senede bir gün kilisenin, Haç yortusu ayininde ibadete açılacağı ve orijinal görüntüsünü kazanabilmesi için haçın konulacağı açıklandı.
Haç yortusunun kutlanacağı günün hemen öncesinde, Van Valisi “Teknik ve zor bir iş olması nedeniyle” haçın yerleştirilmeyeceği söylemiş, “Haç koyma töreni” haçsız kutlanmış, tören bir fiyaskoya dönüşmüştü.
Aynı günlerde Erdoğan, Aliyev ile düzenlediği ortak basın toplantısında ayine izin verilmesinin Türk’ün hoşgörüsünün göstergesi olduğunu belirtmiş, “Umarız, Ermenistan da bunu karşılıksız bırakmaz, aynı hoşgörüyü gösterir” diyerek niyetini tamamen belli etmişti.
Erdoğan’ın, Türkiye sınırları içerisinde, Türkiye’ye ait olan bir adadaki Ermeni krallığından kalan tarihî mirası korumanın önemini anlamadığı gibi, bölgenin bu tip turistik projelerden ne kadar kârlı çıkacağını da göremiyordu. Yapılanı Ermenistan’ın ve Ermenilerin borç hanesine yazmıştı.
Mütekabiliyet siyaseti aşılamadı, Türkiye “Bunu Avrupa ve Amerika’ya nasıl satarım?” sorusundan kendini alıkoyamadı, zaten aynı dönem, Karabağ Sorunu bahane edilerek protokol süreci de bitirildi.
Gelen tepkiler üzerine haç takılmasına karar verildi fakat ardından senede sadece bir kez gerçekleşen Haç ayini, güvenlik sebebiyle iptal edildi.
Adaya çıkan grupların kilisede dua etmesini kontrol eden polisler türedi. Girenler “dua yok” diye uyarıldı. Kendini dindar sayan bir hükümetin, inancı ve duayı polis engeli ile kontrol edebileceğine inanması ayrıca trajikomikti.
Bugün ada hala, kavuşamayan âşıkların konu edildiği ‘Ağ Tamar’ efsanesinden etkilenerek aldığı ve tüm tarihi kaynaklarda geçen ‘Ahtamar’ adına layık görülmüyor. Resmi kurumlar ve basın, uyduruk bir ‘Akdamar’ tutturmuş gidiyor.
Bu buluş ile adanın ve kilisenin Türkleştirilebileceğine inanılıyor. 10 yıldan bu yana devam eden “Kiliseyi onaralım ama haçı takmayalım. Haçı taktık, bari ibadete açmayalım. Ahtamar’ı unutun orası Akdamar” yaklaşımı, hukuk sistemi askıya alınmış, dış siyasette batı ittifakından çoktan uzaklaşmış ekonomik gidişatın hiç de parlak olmadığı bir ülkenin genel çıkmazları düşünülürse kuşkusuz oldukça önemsiz.
Bildiğimiz bir şey var, Lozan’a göre “TC kiliselerin, mezarlıkların ve diğer dini yapıların tam koruma altına alınmasını garanti ediyor”. 1913-1914 verilerine göre Osmanlı’da Ermeni cemaatine ait 2.538 kilise, 451 manastır ve 2000 okul var. Bu yapıların büyük kısmı yıkıldı, yağmalandı, bir kısmı ise “yasaklı askeri bölgeler” statüsünde, ne kadar harap edildikleri bile belli değil.
Kiliselerden camiye, hatta düğün salonuna çevrilmiş olmayanlar bugün hala hazinecilerin hedefinde, delik deşik ediliyor. Şu an Türkiye’de sayısı 55-60 bin olan Ermenilere ait yaklaşık 50 kilise ve 16 okul kaldı. Bu okulların ve kiliselerin duvarlı ise mütemadiyen ırkçı ve saldırgan duvar yazılarına ev sahipliği yapıyor.
Ülkenin içinden geçtiği, Lozan’ın bile beğenilmediği bu akıldışı süreçte yeni adımlar beklemek kuşkusuz naiflik, fakat en azından o güzel adayı, o tarihi kiliseyi kendi ismiyle ansak; Ahtamar desek, yaraları kaşımaktan vazgeçsek olmaz mı…