Yeni Şafak yazarı: Diyanet biterse Türkiye parçalanabilir!
'Diyanet'i laik devletin yasaklarını topluma dikte etme görevine sahip Kilise'ye indirmek İslâm'ı bitirir'.
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, HDP’nin seçim beyannamesinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması vaadi ile ilgili, “Diyanet biterse, İslâm’ın bütünleştirici rolü ortadan kalkar. Bu da, küresel şer güçlerin, Türkiye’yi, parçalama operasyonlarına uygun bir ülke yapar!” yorumunda bulundu.
“İslâm, hayatın bütününe hitap eder, hayatın her alanına müdahale eder” diyen Kaplan, “Diyanet’i, İslâm’ın değil de laik bir devlet’in emir ve yasaklarını topluma dikte ettirme görevine sahip bir Kilise derekesine indirmekle sonuçlanır. Ki bu, hem Diyanet’in hem İslâm’ın hem de ülkenin geleceği açısından son derece tehlikelidir. Çünkü bu fikrin, tam olarak hayata geçirilmeye kalkışılması, Diyanet’i de, İslâm’ı da bitirir. İslâm biterse, bu ülke de biter! ” ifadelerine yer verdi.
Yusuf Kaplan’ın Yeni Şafak’ta ‘İslâm biterse, Türkiye biter!’ başlığıyla yayımlanan (4 Mayıs 2015) yazısı şöyle:
Son yıllarda Diyanet’e karşı sistemli bir operasyon yürütülüyor: Aynı anda eşzamanlı olarak farklı odaklar tarafından yürütülen bir operasyon bu.
Amacı aynı bu operasyonların hepsinin de: Diyanet’i yıpratmak. Sonra da işlevsizleştirmek ve bitirmek!
Diyanet’in konumu
Türkiye’nin en saygın kurumu Diyanet oysa. Toplumun bütün kesimlerini -her şeye rağmen- birleştiren, bütünleştiren ve birbirine kenetleyen tek kurum bu!
Diyanet, bu gücünü, elbette ki, 30 küsur etnik unsurun yaşadığı bir ülkede bütün farklılıkları İslâm’ın sunduğu kardeşlik ve selâm yurdu fikrini temsil eden temsil kabiliyetine borçlu.
Diyanet’in “Sünnî İslâm’ı” temsil ettiği gerekçesiyle hedef tahtasına yatırılması, hedef şaşırtmaya dönük siyâsî ve ideolojik bir “saldırı” aslında.
Bir “laik devlet” kurumu olarak Diyanet’in farklı mezhepleri -burada Aleviliği- temsil etmediği eleştirisi, ciddiye alınabilecek ve tartışılabilecek bir eleştiridir.
Burada zaman zaman bu çerçevede yüksek sesle dillendirilen eleştirilerin dayandığı argüman şu: “Diyanet, laik devletin laik bir kurumudur; laikliğin üstünde bir rol oynayamaz.”
Diyanet’i Kilise gibi görmek tehlikeli
Bu argümanın dayandığı fikir, laikliği, dini de yönlendiren “dinin üstünde seküler bir din” olarak algılayan yaklaşımdır.
Bu yaklaşım, Kilise’si, dolayısıyla ruhban sınıfı olmayan İslâm’ın toplumu bütünleştirici emir ve nehiylerini topluma anlatmakla yükümlü Diyanet’i, İslâm’ın değil de laik bir devlet’in emir ve yasaklarını topluma dikte ettirme görevine sahip bir Kilise derekesine indirmekle sonuçlanır. Ki bu, hem Diyanet’in hem İslâm’ın hem de ülkenin geleceği açısından son derece tehlikelidir.
Tehlikelidir, diyorum; çünkü bu fikrin, tam olarak hayata geçirilmeye kalkışılması, Diyanet’i de, İslâm’ı da bitirir. İslâm biterse, bu ülke de biter! Şunu herkesin iyi bilmesi gerekir: İslâm, hayatın bütününe hitap eder, hayatın her alanına müdahale eder.
Seküler Batı toplumlarında din, hayatın her alanına müdahale etmez: Din de sekülerleştirilmiş, hayatın dışına itilmiştir: Laiklik, dinin yerine yerleşmiş, din hâline gelmiş, din’i kullanmak için Kilise’yi sekülerleştirmiş, seküler bir Kilise icat etmiştir.
Diyanet, Kilise değildir; Diyanet görevlileri de ruhban sınıfı!
Diyanet’i Kilise, Diyanet görevlilerini de ruhban sınıfı gibi düşünmek, Diyanet’in kahir ekseriyeti Müslüman olan bütün farklı etnik kimlikleri İslâm şemsiyesi altında birleştirme görevini elinden almak, etnik kimliklerin kaşındığı, küresel sistemin etnik kimlikleri kışkırtarak ve ulus-devletleri parçalayarak hegemonyasını sürdürebildiği bir zaman diliminde, bütünleştirici İslâmî kimliğin yokedilmesiyle, bu da etnik kimliklerin İslâmî kimliğin önüne geçirilmesiyle sonuçlanır.
Bütünleştirici şemsiye
İşte bu, “imparatorluk” bakiyesi 30’dan fazla etnik kimliğin yaşadığı -Hindistan dışındaki- tek ülke olan Türkiye’nin her bakımdan parçalanmasına yol açacak, bu ülkenin tarihten silinmesine neden olacak büyük bir tehlikedir.
Diyanet’in, hem İslâmî açıdan hem de laik devlet açısından sözkonusu edilebilecek iki temel sorunu var: Meşrûiyet ve temsiliyet sorunu.
Türkiye’nin yaşadığı uzun ve zorlu geçiş sürecinde bu sorunları tartışmak, bu ülkenin kendi ayağına kurşun sıkması anlamına gelir.
Şu aşamada, Diyanet, -her şeye rağmen- toplumu birleştiren, bütünleştiren, ülkede barış ve kardeşlik ortamı yeşertebilen en güçlü şemsiye kurumdur.
Türkiye parçalanır!
Böyle bir kurumun hedef tahtasına yatırıIarak yıpratılması, hegemonyalarını, etnik kimlikleri kışkırtarak ülkeleri parçalama ve ortaya çıkacak kaos’a dayandırma stratejisiyle idame ettiren küresel güçlerin Türkiye’yi parçalayacak postmodern kaotik projelerine davetiye çıkarmak demektir.
Ülkesini seven hiçbir siyasî parti, ideolojik oluşum, böylesine tehlikeli bir saldırıya kalkışamaz ve gözyumamaz.
Kaldı ki, Diyanet, tarihi boyunca çok zor bâdirelerden geçmiş bir kurum: Ahmet Hadi Akseki, iki kez idamla yargılanmış, 1958’de Eyüp Sabri Hayrioğlu, 1969’da Lütfi Doğan Hoca üzerinden oluşturulan baskılarla ihtilallere hazırlık yapılmış, 1979’da CHP Urfa milletvekili Celal Paydaş, Tayyar Altıkulaç Hoca’ya silah çekme cüreti gösterebilmiştir.
Şimdilerde de hâlihazırdaki Diyanet İşleri Başkanı’mız Mehmet Görmez Hoca’ya, hiç kullanmadığı ve iade ettiği bir makam aracı üzerinden çirkin saldırılar yapılarak Diyanet yıpratılmaya çalışılıyor.
Sözün özü: Etnik kimliklerin kaşınarak Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’daki devletlerin paramparça edildiği bir zaman diliminde, Diyanet, toplumun yegâne emniyet sübabı, bütünleştirici şemsiyesi işlevi görüyor.
Diyanet’e yapılan saldırılar, burada zikrettiğim politik baskılardan daha tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Diyanet biterse, İslâm’ın bütünleştirici rolü ortadan kalkar. Bu da, küresel şer güçlerin, Türkiye’yi, parçalama operasyonlarına uygun bir ülke yapar! Vesselâm.