Din veya inanç özgürlüğü ile toplumsal cinsiyetin kesişim noktalarında ortaya çıkan meseleleri tartışmak için başladığımız blog serisinin ikincisini Şehide Zehra Keleş kaleme aldı. Keleş yazıda, “inanç özgürlüğünün ötesinde bir mesele olarak İran’da ve Türkiye’de kadınların kaderini tayin edenler üzerine” bir değerlendirme yapıyor.
Şehide Zehra Keleş
Türkiye’de başörtüsü yasakları 1990’ların sonu ve 2000’lerin başında irtica/gericilik ekseninde tartışılırken, başörtülü kadınların kamudaki varlığına itiraz etmenin çok karikatürize bir sloganı vardı: “Türkiye İran Olmayacak!” İran, 1979’da yaşanan rejim değişikliği ile bir “İslam Cumhuriyeti”ne dönüştüğünde, laikliği “kazanmış” ve kadınlarını “özgürleştirmiş” fakat hala tarikatların, cemaatlerin, İslamcı siyasi grupların oldukça güçlü olması sebebiyle, “şeriat” tehlikesini tam anlamıyla bertaraf edememiş Türkiye için inanç özgürlüğü tartışmalarının tam orta yerine düşen bir “korku” senaryosu doğmuştu. Kısacası, İran “kadınların cehennemi” olarak Türkiye siyasetinde toplumsal cinsiyet ve inanç özgürlüğünü bir arada konuşmanın aracı olmuştu. Bu yazı ile, Türkiye ve İran’daki kadınların kaderlerini belirleyen koşulların birbirinden nasıl uzaklaştığını tartışmak, bir toplumda kadınların statüsünü belirleyen yapılar arasındaki ilişkileri çok daha iyi görmek ve görünür kılmak istiyoruz.
Modern toplumlarda kaynaklara erişimin önünde genellikle iki engel olur:
- Piyasaya bağımlılık; ki bu, meta-dışılaştırma (de-commodification) politikalarının zayıf olduğu neoliberal toplumlarda parası olmayanların hak ve hizmetlere erişiminin de olmadığı koşullara işaret eder[1],
- Aileye bağımlılık; ki bu da aile-dışılaştırma (de-familialization) politikalarının zayıf olduğu, aile veya akrabalık bağlarından oluşan sosyal destek ağlarından yoksun olanların hak ve hizmetlere erişiminin sınırlı olduğu koşulları ifade eder.[2]
Tam da bu nedenle, kadınların yalnızca sosyal demokrasinin, dolayısıyla sosyal korumanın ve sosyal adaletin güçlü olduğu refah rejimlerine değil; aynı zamanda kadınları aile, evlilik ve akrabalık bağlarından özgürleştirecek eşitlikçi politikaların hakim olduğu bir toplumsal cinsiyet iklimine ihtiyacı olduğunu savunuyoruz.
Öyleyse, İran’ın durumuna bir göz atalım ve İran’ın doğrudan kadınları ilgilendiren politika alanları dışında Türkiye’den çok da farklı olmadığını görelim. İran’da “khane-ye behdasht” (sağlık evleri) olarak bilinen yerel klinikler özellikle kırsal bölgelerde birinci basamak sağlık hizmetlerini sağlar, buralar sadece muayene için değil aile planlaması veya çocuk/yaşlı bakımı alanlarında eğitimlerin verilmesi için de kullanılır. Sağlık evleri “markaz-e behdasht” isimli sağlık merkezlerine bağlıdır ve buralarda diş sağlığı dahil olmak üzere (sosyal güvence kapsamında olmasa da) daha özelleştirilmiş sağlık hizmetleri sunulur. Bu merkezler de “markaz-e khass” olarak bilinen, sağlık merkezlerinin lojistiğinin ve kaynaklarının takip edilmesinden ve desteklenmesinden sorumlu olan genel sağlık merkezine bağlıdır.[3] Dolayısıyla, görünürde tıpkı Türkiye’dekine benzer bir şekilde mahalli olarak erişilebilen ve farklı düzeylerde metadışılaştırılmış sağlık hizmetleri bulunuyor.
İran’da sağlık sigortasına erişim kişinin istihdamla ilişkisine bağlı olarak dört kurum aracılığıyla mümkün.[4] En kapsamlı sağlık sigortası sunan kurum Türkiye’de olduğu gibi Sosyal Güvenlik Kurumu ve özel sektördeki ücretli çalışanları, kendi hesabına çalışanları ve kamuda kısa süreli sözleşmesi olanları kapsıyor. İran Sağlık Sigortası Kurumu ise kamu çalışanları, öğrenciler ve kırsalda yaşayanlara hizmet sunuyor. Bu statülerin dışında kalan yoksullar ve işsizlerin sağlık hizmetlerine erişiminden, 79 Devrimi’nin meyvelerinden olan İmam Hümeyni Yardım Vakfı (Imam Khomeini Relief Foundation, IKRF) sorumlu. Muhtaçlık tespitine dayanan ve prim ödenmesi gerekmeden bir miktar kamu kaynağı ve bağışlar yoluyla yoksulların sağlık harcamalarını karşılayan bu kurum, bürokratik yapısı ve işleyişi bakımından Türkiye’deki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları’na (SYDV) benziyor. Son olarak, askeri personellerin sağlık güvencesinden sorumlu apayrı bir sigorta kurumu bulunuyor.
İran’da sigortalı bir akrabası üzerinden sosyal güvenceye sahip olmayan kadınların pek çoğunun esasında bir hayırseverlik kurumu olan IKRF üzerinden sağlık hakkına eriştiğini tahmin etmek ise zor değil. Bunun sebebi İran’ın kadınların işgücüne katılımı açısından dünyada son sıralarda yer alıyor olması. Dünya Bankası 2021 verilerine göre İran’dan (%14) düşük kadın işgücü oranı bir tek Irak (%11) ve Ürdün’de (%13) söz konusu. Diğer yandan, İran’da sigortalı kişinin kız çocukları, boşandıktan sonra veya bir süre çalışıp tekrar işsiz kaldığında yeniden babalarının sigortası üzerinden sağlık hizmetlerine erişebilirken, erkek çocuklarında bu mümkün değil. Erkek çocuklarının babalarının bağımlısı olarak sosyal güvenlik şemsiyesi altında kalması ancak tam zamanlı öğrencilerse ve 28 yaşını geçmemişlerse mümkün. Yine de, erkek çocukları için yaş sınırı varken, kız çocukları evlenmedikleri veya işe girmedikleri sürece sigortalı babalarına bağımlı olarak sağlık haklarından yararlanabiliyor. Benzer şekilde, Türkiye’de de ölen sigortalının erkek çocuğu, ölüm aylığından 25 yaşına kadar faydalanabilirken, kız çocuğu evlenene veya işe girene kadar faydalanabilir.[5]
Dünya Bankası verilerine göre, İran’ın 2016 yılında sağlık harcamalarına ayırdığı bütçe oranı %8,57 iken bu oran 2019 yılında 6,71’e düştü. Bu düşüşe rağmen, İran’ın 2019 yılında sağlık harcamalarına ayırdığı pay Çin’den, (%5,35), Macaristan’dan (%6,35), İrlanda’dan (%6,68), Litvanya’dan (%6,58) ve Polonya’dan (%6,545) yüksek.[6] Dolayısıyla, asıl sorun sosyal güvenlik sisteminin dışında kalanların veya sigortalı erkeklere bağımlı olarak sağlık haklarına erişmek zorunda kalanların çoğunluğunun kadın olması. İran’da kadınlar tedavi olacak hastane bulamıyor değil, tıpkı %26 kadın istihdam oranına sahip Türkiye’de olduğu gibi, İran’da da kadınlar sosyal haklara genellikle ya devlet sübvansiyonu ile ya da sigortalı erkeklerin bağımlısı olarak erişiyor.
Bir başka örnek de emeklilik hakkı. İran’da yasalar 20 yılını doldurmuş çalışanların tam emeklilik hakkı için erkeklerde 60 yaşı, kadınlarda ise 55 yaşı sınır olarak tanımlıyor. Kamuda çalışanlar için ise erkeklerde 30, kadınlarda 25 yıllık çalışma süresini doldurmak gerekiyor.[7] Dolayısıyla, yasalar nezdinde kadınların emeklilik hakkına erişimi tıpkı Türkiye’de olduğu gibi erkeklere kıyasla daha kolay. Yine de, İran’da da Türkiye’de de emeklilerin ezici çoğunluğu erkeklerden oluşuyor çünkü kadınları işgücü piyasasının dışına iten yapısal engeller yasal emeklilik tanımlarını fiilen geçersiz kılıyor.
İran’da çalışan kadınlar için annelik izni hamileliğin son üç ayını ve doğumdan sonraki ilk altı ayı kapsıyor. Bu haliyle, Türkiye’nin gerisinden gelen bir politika değil. Ne var ki İran’da zaten kadınların pek azı çalışıyor ve bu haklara ihtiyaç duyuyor. Türkiye’de ise, tanımlanmış annelik izinlerinin yalnızca kamuda çalışan kadınlar için erişilebilir olduğunu söylemek mümkün. Türkiye’de evlilik ve annelik genellikle kadınları işgücünün dışına itiyor. TÜİK’in 2021 yılına dair açıkladığı verilere göre, Türkiye’de kadınların istihdam oranı (%30,9) erkeklerin (%68,2) yarısı kadar ve hanesinde 3 yaş altı çocuğu olan 25-49 yaş aralığındaki kadınların istihdam oranı %25 iken, aynı durumdaki erkeklerin istihdam oranı %86. Üstelik, İran’da üniversite mezunu kadın oranı en son açıklanan 2016 yılı verilerine göre %18,6 iken,[8] bu oran 2020 yılında Türkiye’de 25 yaş üstü kadınlarda yalnızca %19,9. Dolayısıyla, hala kadınların sosyal haklarla ilişkisi bakımından iki ülke arasında belirgin bir farklılaşma göremiyoruz.
Bir anlığına kadınların önündeki engelleri unutup İran halkının kaynaklara ne kadar erişebildiğine bakarsak, İran’da kişi başına düşen gayri safi yurt içi hasılanın (GSYH) dünyanın en az gelişmiş ülkelerine oldukça yakın olduğunu,[9] aynı yıl ölçülen ve gelir adaletsizliğini ifade eden Gini katsayısının ise 40,9 ile pek çok Latin Amerika ülkesi ve Türkiye’den düşük olduğunu görüyoruz.[10] Ayrıca, 79 Devrimi İran’a engellilerin, bakıma muhtaç yaşlıların, kadınların ve çocukların ihtiyaçlarına yönelik sosyal hizmet programları yürütmekten sorumlu bir kurum kazandırdı: Devlet Refah Kurumu (The State Welfare Organization). Bu süreçte yeni rejimin değerler ve normlar çerçevesi içerisinden “sosyal adalet” ve “muhtaçların korunması”na yönelik pek çok yasal ve kurumsal düzenleme yapıldı.[11] Düşen GSYH ve askeri altyapıya yapılan yatırımlar sebebiyle sosyal harcamalar 79 Devrimi’nden sonra belirgin bir artış göstermese de, siyasi söylem, kurumsallaşma ve çıkarılan yasalar yoluyla sosyal adalet/devlet anlatısı ile kurulan bağdan vazgeçilmedi. İran’da evli çalışanlara daha fazla olmakla birlikte, her çalışanın hesabına aylık olarak yatan barınma ve gıda destekleri var. 2000 yılında nüfusun en yoksul ondalık dilimi, temel gıda harcamalarının %67’sini kamu tarafından sübvanse edilen buğday ürünlerinden (un, ekmek ve makarna) karşılarken, en zengin onda birlik dilimdekilerin %24’ü de temel gıda ihtiyaçlarını bu ürünlerden karşılıyordu.[12]
Bu kısa, hızlı ve kabataslak sunulan İran tablosu gösteriyor ki, İran İslam Cumhuriyeti sosyal adalet ve toplumsal cinsiyet eşitliği arasında rejimin dayandığı İslam yorumu ile uyumlu bir seçim yapıyor. İran’daki gibi bir İslam yorumuna/şeriata dayanmasa da, Türkiye’de de zenginlerden yana siyaset yapmanın riski ile erkeklerden yana siyaset yapmanın riski aynı değil. İran, sosyal adaleti İslam’ın esaslarından biri olarak kabul ederek yoksulları koruyan, aç ve açıkta bırakmayan “yeryüzünün halifesi” olmaya siyaseten de olsa yatırım yapmayı oldukça önemsiyor.[13] Hatta, pek çok sosyal destek programı ve sosyal güvenlik kapsamı ile yoksullara bugünün Türkiye’sinden çok daha “cömert” olduğu söylenebilir. Sağlık ve sosyal güvenceye erişimde yaşanan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin işgücü piyasalarında ve akrabalık bağlarında köklenen dinamikleri ise Türkiye ile oldukça benzer nitelikte. Ancak, aynı hızla bir de aile hukukuna bakarsak, Türkiye’de kadınların seçeneklerini arttıran unsurun inanç özgürlüğü olmadığını çok daha berrak bir şekilde görebiliriz. İran’da çocuk yaşta evlilik ve erkeklerin çok eşliliği hala yasal. Kadınlar ve erkekler boşanma hakkına eşit şekilde sahip değil. Kadınların kocalarını boşayabilmeleri için erkeğin madde bağımlısı olması, belirli bir sürenin üzerinde hapis cezasına çarptırılması, kadının sağlığını tehlikeye atacak bir hastalığa sahip olması veya şiddet uygulaması gibi somut bir sebep gerekiyor. Sebep ne olursa olsun, her türlü boşanma talebi öncelikle arabuluculuğa yönlendiriliyor. Evli kadınların pasaport alması ve ülke dışına çıkması kocalarının iznine bağlı. Eğer kadının belirli işlerde çalışmasının ailenin huzurunu kaçıracağını veya ailenin çıkarları ile uyuşmadığını düşünüyorsa, kocalar kadınların çalışmalarını yasaklayabiliyor. Son olarak, kız çocukları yarım miras hakkına sahip ve kadınlar boşanırken çocuklarının velayetini alabilmek için yine aile hukukunun kendilerine tanımladığı “mehir” haklarından feragat etmek zorunda kalıyor.[14] Görüldüğü üzere, İran’ın toplumsal cinsiyet eşitliği karnesi ile sosyal adalet karnesi arasında ciddi bir makas var. Türkiye’de ise sosyal adalet ve toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından böylesi büyük bir uçurum bulunmuyor. Türkiye’nin her iki alandaki performansı birbirine oldukça yakın.
Rejimin sosyal adalet politikaları ve toplumsal cinsiyet politikaları arasında açılan makas gösteriyor ki, İran’ın kadınların seçeneklerini zor kullanarak sınırlandırması inanç özgürlüğünün kısıtlanmasından çok daha fazlasını içeriyor. İran’da yaşanan bir tür geri kalmışlık sorunu da değil. İran’da rejim, meşruiyetini sosyal adalet politikaları üzerinden kazanıp refah politikalarını bir toplumsal kontrol aracı olarak işlevlendirdiğinde, şeriat hukuku adı altında toplumsal cinsiyet eşitsizliğini tesis etmesi bir o kadar kolaylaşıyor. Ancak, bugün İran’da gelir adaletsizliği düşük olsa da sefalette eşitlik sağlandığını söylemek mümkün. İran, yüksek enflasyon oranları ve uluslararası yaptırımlar ile 2018 yılında resesyona girdi. Mayıs 2022’de yüksek enflasyon ve özellikle temel gıda ürünlerine gelen zamlar karşısında ayaklanmalar baş gösterdi.[15] Gıda fiyatlarının düzenlenmesi, maaşların arttırılması ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nun görevini yerine getirerek yoksulları piyasanın riskleri karşısında koruması talepleri yükseldi. Diğer yandan, İran yıllardır “Beyaz Çarşamba” hareketi başta olmak üzere kadınların zorunlu başörtüsü uygulamasına karşı çıktığı pek çok mücadeleye tanıklık ediyordu. Yine 2022 yılının Eylül ayında irşad devriyelerinin uyguladığı şiddet sonucunda Mahsa Amini’nin hayatını kaybetmesinin ardından, önce kadınlarla başlayan daha sonra rejim karşıtı kadınların ve erkeklerin ortak mücadele alanına dönüşen protestolar dalga dalga büyüyor.
Şüphesiz ki, kadınların idam cezası ve polis şiddeti gibi çok büyük bir şiddet örgütlenmesi karşısında verdiği özgürlük mücadelesi bizzat kadınların özgül ezilme koşullarından ve bu koşulların doğası gereği sürdürülemez olmasından filizleniyor. Buna karşı, bu mücadelenin tüm rejim karşıtlarının ortak protesto alanına dönüşebilmesi İran’ın artık sosyal adalet politikalarına dayandırdığı meşruiyetini de kaybetmesinden bağımsız değil. Tam da bu nedenle, İran’da kadınların kazanmasının önünde durabilecek bir güç artık yok ve Füruğ’un dediği gibi, “Neden duralım? Yol, hayatın kılcal damarları arasından geçiyor.” Türkiye’de ise bugün kamuda başörtülü olmak veya olmamak bir hak ve özgürlükler meselesi olarak değil, “aile” gibi ne zaman kadınların menfaatinin altını oyan bir politika savunulacak olsa ona eşlik eden bir anlatının içerisinde tartışılıyor. Bu, Türkiye’de başörtüsünden bahsetmenin oldukça yeni bir yolu. Hükümet, önerdiği Anayasa değişikliği ile başörtülü olmayı “aileden yana olmak” ve “sapkınlıklardan” beri olmak ile ilişkilendirerek yasal güvence altına almak istiyor. Biz ise, bu şekilde çerçevelenmeyi ve bu anlatının içine sığmayı reddediyor, tıpkı İran’da inanç özgürlüğü talebini aşarak kadın düşmanı rejimi sarsan kız kardeşlerimiz gibi, hayatın kılcal damarları arasından geçecek başka bir yol arıyoruz.
- Uluslararası Türkiye’de Din veya İnanç Özgürlüğü ve Cinsiyet Eşitliği Konferansı
- SKA’lar bağlamında din veya inanç özgürlüğü ve cinsiyet eşitliği webinarı
- SKA’lar Bağlamında Din veya İnanç Özgürlüğünün ve Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi raporu
- Din veya inanç özgürlüğü ve cinsiyet eşitliği webinarı
[1] Esping-Andersen, G. (1990). The three worlds of welfare capitalism. Cambridge: Polity Press.
[2] Saxonberg, S. (2013). From defamilialization to degenderization: Toward a new welfare typology. Social Policy & Administration, 47(1), 26-49. https://doi.org/10.1111/j.1467-9515.2012.00836.x
[3] LandInfo (2020) The Iranian Welfare System. https://landinfo.no/wp-content/uploads/2020/08/Report-Iran-Welfare-system-12082020.pdf
[4] https://pomeps.org/unpacking-the-welfare-politics-nexus-in-the-islamic-republic-of-iran
[5] 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
[6] https://data.worldbank.org/indicator/SH.XPD.CHEX.GD.ZS?locations=IR
[7] Harris, K. (2010), Lineages of the Iranian Welfare State: Dual Institutionalism and Social Policy in the Islamic Republic of Iran. Social Policy & Administration, 44: 727-745. https://doi.org/10.1111/j.1467-9515.2010.00740.x
[8] https://data.worldbank.org/indicator/SE.TER.CUAT.BA.FE.ZS?locations=IR
[9] https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD?locations=IR
[10] https://data.worldbank.org/indicator/SI.POV.GINI?locations=IR
[11] https://landinfo.no/wp-content/uploads/2020/08/Report-Iran-Welfare-system-12082020.pdf
[12] Institute of Development Studies, Centre for Social Protection, and UN World Food Program (2015) Social Protection and Safety Nets in Iran.
[13] Mahmood Messkoub. (2006). Social Policy in Iran in the Twentieth Century. Iranian Studies, 39(2), 227–252. http://www.jstor.org/stable/4311815
[14] https://www.musawah.org/wp-content/uploads/2020/07/Iran-Overview-Table.pdf
[15] https://m.bianet.org/bianet/toplum/262224-iran-da-fahis-fiyatlar-ve-dusuk-maaslar-nedeniyle-halk-sokakta