ÇalışmalarYazılar ve Söyleşiler

Kültür ve Cemevi Başkanlığı çözüm mü?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kısa bir süre önce Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Kültür ve Cemevi Başkanlığının kurulacağını açıkladı. Başkanlığın Alevilerin sorunlarına bir çözüm olarak tasarlandığı anlaşılıyor. Açıklamaya göre bu yapı,  

  • ‘Alevi-Bektaşi vatandaşların ve mekanlarının tüm meselelerinin takibini’ yapacak, 
  • ‘tüm cemevlerinin yönetimini’ yürütecek,  
  • ‘cemevi hizmetlerinden eğitim faaliyetlerine kadar tümünün kamu güvencesi, desteği’ sağlayacak ,
  • ‘cemevlerinde erkan hizmetlerini yürütmekten sorumlu önderlerden isteyenlere bu kurumsal yapı bünyesinde kadro’ verilecek.  

Bu başkanlık tasarısı ve işaret edilen görev ve yetkiler, Türkiye’nin din veya inanç özgürlüğü alanındaki insan hakları yükümlülükleri açısından pek çok soruyu gündeme getiriyor. 

İbadet yeri statüsü 

Öncelikle cemevlerinin ibadet yeri olarak tanınmasını içermeyen bir tasarı insan hakları standartlarıyla uyumlu değil ve Alevi toplumu açısından beklentiyi karşılamıyor. Uluslararası insan hakları hukuku standartlarına göre tarafsızlık ilkesini gözetmek için devletler, herhangi bir din veya inancın veya bunların ifade edilme biçimlerinin meşruiyetine dair bir değerlendirmede bulunamaz. Karar vericiler tescil veya tanıma gibi işlemlerinde bir din veya inancın meşru olup olmadığına değil, din veya inanç kapsamında olup olmadığına bakabilir. Cemevlerinin ibadet yeri statüsünün tanınmaması nedeniyle diğer ibadet yerleri ile farklı bir muameleye tabi tutulması ayrımcılık yasağına aykırılık oluşturuyor. Aksi için farklı muamelenin objektif kriterlerle açıklanması gerekir.  

Hukuki ve toplumsal tanınma, din veya inanç topluluklarına hem kamu makamlarının hem de genel anlamda toplumun gözünde belirli bir meşruiyet ve onaylama sağladığı için son derece önem taşıyor. Ancak daha da önemlisi, resmî eşitlik prensibine ve din veya inanç özgürlüğüne yönelik öngörülen genel korumaya rağmen, ısrarla ibadet yeri statüsü tanınmaması adalet duygusunu baltalıyor ve kökleri çok derinlerde yatan eşitsizlikleri besliyor.  

İç işlerinde özgürlük 

İç işlerinde özgür olma hakkı din veya inanç özgürlüğünün kolektif boyutunun önemli bir parçası. Bu nedenle cemevlerinin “yönetimini üstelenecek” yapının Alevi toplumunun iç işlerine müdahale etmeden bunu gerçekleştirmesi için nasıl bir yol izleneceğinin açıklanması gerekiyor. Toplulukların iç işleri itikatlar, öğretiler gibi dogma ve doktrinle ilgili olduğu kadar iç örgütlenme yapısı, din görevlilerinin atanması, hayır işleri vb. pek çok alanı kapsıyor. Bu haklar toplulukların kimliklerini korumaları, geliştirmeleri ve yeni kuşaklara aktarmaları açısından hayati öneme sahip. Bu gibi yapılar kolaylıkla dini topluluklara ağır ve karşılanması zor koşullar dayatabilir veya iç işlerinde onları sınırlayacak açık veya üstü kapalı kurallar oluşturabilirler. 

Din görevlilerinin kadroya alınması tasarısı apaçık bir eşitsizliği giderme amacı taşıyor olabilir. Bilindiği gibi bir yandan tüm vatandaşların vergilerinden Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla sadece bu yapı içinde yer alan din görevlilerinin maaşlarının ödenmesi ve diğer tüm din veya inançların din görevlilerinin maaşlarının bu toplumların kendi kaynakları ile sağlanması arasında çok belirgin bir eşitsizlik var. Ancak isteyen Alevi din görevlilerinin kadroya alınması bu noktada ve bu haliyle bir çözüm olmak yerine önemli bir müdahale alanına dönüşebilir. Alevi topluluklarının din görevlilerini belirleme hakkı var ve Kültür ve Cemevi Başkanlığının kadro verme süreci bu hakkı zedeleyebilir. Ayrıca söz konusu eşitsizliği temelinden ele almıyor ve adil bir şekilde kamu kaynaklarının Türkiye’deki dini hizmetler için kullanımını sağlayacak bir düzenleme sağlamıyor.   

Kurumsal bağ zorunluluğu 

Din veya inanç toplulukları bir kuruma bağlanmaya zorlanamaz. Kültür ve Cemevi Başkanlığı bünyesinde yer almayı seçmeyebilecek cemevleri, kamu kaynaklarıyla sunulması planlanan desteklere nasıl erişebilecek? Bu destekten yararlanmak bir kuruma bağlanma şartına bağlı olmamalı. Kamusal destek bu yapı altında birleşme veya tanınma gibi şartlara bağlandığı takdirde insan hakları standartları açısından ağır bir müdahale alanı oluşacaktır.  

AİHM Alevi kararları süreci 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Alevi kararları Türkiye için kritik din veya inanç özgürlüğü meselelerini ele alıyor ve bir yol haritası sunuyor. Fakat bu önemli kararlar uygulanmış değil. Kültür ve Cemevi Başkanlığı tasarısı bu kararlar ışığında da düşünülmeli. Alevi kararları olarak anılan davalar, 

Doğan kararında AİHM, İslam’ın Sünni geleneğine bağlı çoğunluğa sunulan dinî kamu hizmetinin Alevilere de sunulmasına ilişkin taleplerin reddedilmesini ele almış, Türkiye’nin din veya inanç özgürlüğü hakkını koruyan 9. madde ve 9. maddeyle bağlantılı olarak ayrımcılığı yasaklayan 14. maddeyi ihlal ettiğine karar vermişti. Bu kararların “eşit muameleyi” ve “devletin tarafsızlığını” vurguladığı hatırlanmalı.    

Bakanlar Komitesi, Aralık 2021’de 1419. toplantısında aldığı kararda Türkiye Hükümeti’nin şimdiye kadar aldığı tedbirlerin, AİHM tarafından tespit edilen ihlallerin çözümü ve Alevilere yönelik ayrımcılığın önüne geçilmesi açısından yetersiz olduğunun altını çizmişti. 

Bakanlar Komitesi: 

  • yerel mahkemelerin cemevlerinin aydınlatma masraflarının geri ödenmesine karar verme uygulamasının, Alevi topluluğunun Devletin dinî sübvansiyonlarından ve vergi muafiyetleri dahil diğer avantajlardan genel olarak dışlanması da dahil olmak üzere, Mahkeme tarafından tespit edilen ayrımcılığı çözmek için yetersiz olduğunu belirtti; 
  • bu nedenle yetkilileri, Alevi inancına eşit davranılmasını sağlamak için daha kapsamlı önlemler almaya ve cemevlerini aydınlatma masraflarından muaf tutmak için bazı pratik çözümleri değerlendirmeye çağırdı; 
  • ilk ve orta dereceli okullarda verilen zorunlu “din kültürü ve ahlak bilgisi” derslerine yönelik 2018 müfredatının Mahkeme tarafından dile getirilen tüm endişeleri gidermediğini bir kez daha kaydetti; 
  • bu nedenle yetkilileri, Türk eğitim sisteminin, Devletin çeşitli dinlere, mezheplere ve inançlara karşı tarafsızlık ve eşit mesafelilik yükümlülüğünü yerine getirmeye, çoğulculuk ve nesnellik ilkelerine saygı duymaya çağırdı. Sünni İslam’dan farklı bir dinî veya felsefi inancı olan ebeveynlerin çocuklarına, öğrencilerin ebeveynlerinin dinî veya felsefi inançlarını açıklamak zorunda kalmadan zorunlu din eğitiminden muaf olması için uygun seçenekler sunmayı ısrarla tavsiye etti; 
  • Alevi çalıştaylarında bu kararlarda vurgulanan sorunların nasıl çözüleceğine dair ulusal bir tartışma başlatıldığını hatırlatarak, yetkililere, 2010 yılında bu çalıştayların nihai raporunda uzlaşmaya varılan tavsiyelerin uygulanmasının ilerletilmesi için çağrıda bulundu; 
  • bununla ilgili, yetkilileri daha fazla gecikmeden belirli yasal ve idari önlemleri gösteren somut bir takvim içeren kapsamlı bir eylem planı hazırlamaya teşvik etti; 
  • bu davalarda incelenen uzun süredir devam eden sorunlar ve şimdiye kadar kaydedilen ilerleme eksikliği göz önüne alındığında, bu davaların Mart 2023’te AİHM kararlarının icrasına dair yapılacak BK toplantısında (CM-DH) yeniden ele alınmasına karar verdi. 

Ayrıca BK Sekretarya’ya bu toplantıda incelenmek üzere genel tedbirlerin olumlu bir değerlendirmesine olanak tanıyan kapsamlı bilgilerin bulunmaması durumunda, bir geçici karar taslağı hazırlaması talimatını verdi. 

Dolayısıyla, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Mart 2023’e kadar Türkiye’nin Alevi kararlarını etkili bir şekilde icra etmesini bekliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı çatısı altında kurulması planlanan yapının yetkililer tarafından BK’ye bir icra adımı olarak sunulacağına kuşku yok. Sivil toplum kuruluşları ve Alevi kurumları da bu konuda BK’ye bildirimler sunarak atılan adımların yeterli olup olmadığı hakkında bilgilendirme yapabilirler. Zorunlu DKAB derslerine ilişkin sessizlik ise oldukça kaygı verici. 

İnanç özgürlüğü politikası ihtiyacı 

Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Kültür ve Cemevi Başkanlığı yapısı aracılığıyla Aleviliğe mensup bireyler ve gruplar için bir düzenleme öngörülüyor. Anlaşılan Alevilikle ilgili tüm meseleler bu yapı içinde ele alınacak. Bu da, ‘peki ya diğerleri?’ sorusunu gündeme getiriyor? Lozan Antlaşması kapsamında görülen azınlıklarla ilişkiler farklı bir şekilde yürütülüyor. Gerek ibadet yeri statüsü, ibadet yerlerinin korunması, tüzel kişilik gerekse dini hizmetler için ayrılan kamusal kaynakların tüm kesimlere adil bir şekilde aktarılması (örneğin din görevlilerinin maaşları alanında) gibi meseleler tüm din ve inanç gruplarını ve inanmayanları da ilgilendiren ve etkileyen konular. Türkiye’nin uluslararası insan hakları standartlarını ve toplumda var olan din veya inançlara mensup olanların ve inanmayanların oluşturduğu çeşitliliği temel alan ve devletin din veya inançlar karşısında tarafsızlığını gözeten bir inanç özgürlüğü politikasına ihtiyacı var. Bunun için katılımcı bir danışma süreci yürütülebilir ve ortak bir zemin oluşturulabilir. Türkiye’nin uluslararası insan hakları hukuku yükümlülükleri ve toplumsal talepler de bunu gerektiriyor.     

İster başörtüsü ve dini semboller ile kılık kıyafet, ister azınlıkların cemaat vakıflarının seçim yönetmeliğine ilişkin sorunlar, ister cemevleri ve Alevi toplumunun diğer talepleri olsun din veya inanç özgürlüğüne ilişkin güncel tartışmalar hak ve özgürlükleri ilerletmek için önemli fırsatlar sunuyor. Sivil toplum, din veya inanç toplulukları ve kamu işbirliği ile Türkiye hızla bu konuda çok daha iyi bir yere gelebilir. 

Dr. Mine Yıldırım, İnanç Özgürlüğü Girişimi Koordinatörü

*Bu yazı ilk olarak bianet.org‘da yayımlanmıştır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu